Şartlı olarak harabeye saygı duyarız, onları tekrar inşa etmeyiz. Sırlarını öğrendikten sonra, yüzyılların külleriyle örtülmelerine göz yumarız. Ölülerin kemiklerini örten bu kül tabakası ebedi bir örtüdür. Eskinin gittiği yön ihtirasımızı kabartabilir.
(Elie Faure)
Şimdi üzerime kirli geçmişiyle abanan esrik dünyayı, sivri kulaklarından tutup her hali ruhiyemize çürük dişlileriyle sırıtan yayvan ağzını kocaman ellerimle kapatıp, global suratına bir şaplak atacağım... Başka şeyler planlıyordum… Hayal bu ya... Sapma gösterdi…
Rahat, zarif ve kendinden emin bir halde inerken zaman basamaklarını, ceplerimi kurcalayıp kaç anı kalmışsa geçmişten dökeceğim tek tek. Çevreye duyarlı beyin hücrelerimi sakinleştirmek için amonyak içip, erotik istem ve semiyoloji Seminerine giderken giyindiğim lacivert hırkamın minik kollarını sökecek ve yolda gördüğüm dilencinin eline tutuşturacağım, vicdani bir ifadeye teslim edip yüzümü... Ah nede iyiyim bu sabah… Nede tatlı gülümsüyorum...
Yıllardır bok var gibi biriktirdiğim anlamlarımın belirlenmesinde, dışımda ve kendiliğinden işleyen içgüdülerime saldırmalı mıyım? ah ne kargaşa ne kaos... Şiddeti erdem sayıp dişleyebilirim yanaklarını örneğin. Bana dengede olmayı anlatabilirsin sende üzerine oturduğun bozuk terazinin sol kefesi dibe vururken...
Ben eros’a gidiyorum ve ben bir tekrarım. Tekrarlayın işte bunu ben bir tekrarım. Yalnızlığın soğuk suratı karşısında öylece kaldığım bir zaman biriminde ölümle baş başa kalmışımda konuşacak bir şey bulamamışım gibi. Oysa bunun olacağını başlangıç noktasında söylemişlerdi…
Tanrım yüzüm nasılda kızardı nasılda terliyorum. Heyecandan olsa gerek İşte bundan olacak ki ona yani hani şu bizim ölüme, sadece
-memleket nere hemşerim?
Diyerek bana vereceği cevaba tıkıyorum kulaklarımı...
Tamam, oyun oynuyorum...
Oyun kavramı, estetiğin; insanın en olgun noktası olduğunu söylüyor bana... Biraz daha olgunlaşmak için yüzüme sıvadığım boyadan bir parmak çalıp, tinerle aklımı inceltiyorum... İmzamı atıyorum sonra nede yakışıklıyım bu sabah diyerek…
Seminere geç kaldım hay allah... Bence günümüz insanının sinir krizinden kurtulması imkânsız hiç bir önlem paketi işe yaramaz...
İyi bir eylem girişimi gibi düşünün, bakın telefonumu kapatıyorum. Ahh nasılda asiyim herkes nasılda merak edecek beni...
Dramatik olan yaşamsal olanmış vay be... Şimdi kapı çalıyor ama açmamalıyım. Delikten baktığımda minik lacivert hırkamın minik lacivert kollarını gördüm çünkü.
Başka birinin üzerinde nede olsa artık. Hani şu zekat mastürbasyonunda üzerine boşaldığım kadıncağızda...
Kıyamam kıyametine sevgili alçak… Ruhum benim... Gösterişinde izleri kayboluyor harabelerin... Sunum sahteciliği diyorum buna ben. Ve birazdan gider, birazdan gelirim kendime. Gider gider gelirim tüm hayatı sikmek gibi.
Devam edersek.
En az hiçlik duygusu ve düşüncesi kadar prezervatif, polis, uyuşturucu ve hümanizm de arttı;
Yapıntı hayallerimiz mutlak yalanının içine sürüklenirken nasıl olurda mutlu oluruz? Her birimiz mutlak gerçekliğimizi es geçiyor ve es geçmediğimiz olmuş olabiliriz. Hava da gayet aydınlıkken.
Sokaklar yeni yıla hazır gibi. Eski yıl yeni yıla hazır gibi. Listelerimiz hazır gibi. Telefon rehberlerimiz hazır gibi. Harabelere saygı duyan yaramaz bir çocuk gibiyim.
Kişisel tarihimde fondipli bir gün daha ve oww yüce meryem rahminin bereketi bu çağ doyuracak tüm yoksulları eminim…
Biraz daha dua edip biraz daha gülelim dışarıda kalana. Epistemolojinin nesnesi olacak kadar kökleşmiş kavramların anlamları ve bunların tarihi kimin umurun da?
Bak kulak çınlamaları ne diyor. Ölüm de yaşam kadar değersiz olduğuna göre, olumlanacak bir yaşamı değil, olumlanmış bir yaşamı da değil, olumlayacağımız bir yaşamı da değil, olumlamayı olumlamamayı olumlayarak yaşamak, yaşamın “işte olduğu gibi, o kadarlığını ve öyleliğini” bilerek yaşamak: bu yaşamaktır.
Hangisi yaşamak ben artık sormuyorum. Hangisi ölmek düşünmüyorum. Çoktan ölmüş olmak ise hala onun teorisi ve pratiği arasındaki bütün çatışımlara dışarıdan bakamayan, aynada gördüğünün kim olduğunu sormak, yalnız yürüdüğü yolda, yolda yürüyenin kim olduğunu kendine sormak vs. Dir mi... işte bunu düşünmüyorum artık kısaca ama uzun geliyor…
O zaman yıkıl afili malikânem ve kucak aç leş kokulu harabene. Bu senin dünyan ve bu iğrenç koku senin kokun.
No comments:
Post a Comment