Büyüyüp başka bir şey olmayı bekliyordum, tıpkı başka bir şeyin benim büyümemi beklediği gibi. Sokağımdaki dişi köpeklerin memelerinin neden bu kadar çirkin oldukları düşündüğüm ve bir türlü neden enine değil de vücutlarının uzunluğuna doğru evrildiğini anlayamadığım yıllardı…
Çok çocuklu oyunlar oynamaktansa yalnız benli oturmaları tercih ettiğim zamanlarda derin gözlükleriyle beni azarlayan babaannemin benden ne istediğini bir türlü anlayamıyordum. Üstelik ben yolun başında o ise yolun sonunda idi. Üs katta bana verdikleri odada dedemin kore harbinden sonra yanında getirdiği eski ama modern görüşlü dürbün ile özelikle geceleri onlar uyuduktan sonra sokağı gözlemeye bayılırdım…
Sonra hikâye benim odamın penceresinden kaçtı bir gün…
Tekrar onu bulduğumda penceremin neden bu tek yüzünde dört penceresi olan dört gözlü çirkin bir Çingen kadınını andıran eve baktığını anlamadığım evin önündeydi. Hikâye kendine yeni bir karakter bulmuştu bile saçlarının güzelliği, salakça bulduğum kırmızı tokalı ayakkabılarının üstüne giydiği kendisinde yaşça büyük elbisesi bana gelecekten bir vaad gibiydi ve vaadlere o kadar açtım ki ne dese inanabilirdim…
Bir dürbünle birini gözetleme rekorunu kıralı birkaç hafta geçmişti ve bu Çingenin dört gözünden birisini seçeli çok olduğu anlamında geliyordu. Diğer gözlerinden birisi sürekli kapalı idi geceleri yok denilebilecek kadar loş mum ışıkları olduğunu sandığım bir şeyler yanıyordu… Diğer gözler ise çok sıradandı…
Onu günün birçok saati izliyordum; Sabah kalktığımızda gecenin soğukluğunun betonları az önce becerip gittiği serinliğinde otur iken başlayıp, onun kafasını yorganın altına sokup uyuduğu saatlere kadar…
Elimde dürbün ile onunla göz göze gelip utancımdan yere kaç sefer uzandığımı ve pencerenin dibinde salyalarımla birlikte kaç kez uyuya kaldığımı anımsayamıyorum… Perdelerini açıp üstünü değiştirdiği birkaç seferde onu gözetliyor muyum diye bana baktığına şahit olduğum zamanlarda olmuştu.
Sabahın, gün ışığına direnerek parlamaya devam eden yıldızları evine gönderdiği saatlerde bizim ihtiyarları uyandırmadan kapının önüne çıkar bu vedalaşmayı izlerdim. Özelliklede son gidenin üzerinde annemin yaşadığını geceleri beni görmeye geldiğini ve bay gündüze oğlumu biraz daha görmem için izin ver diye yalvardığını düşünür üzülürdüm… Annemin gitmemekte çok inatçı olduğu bir sabah çirkin çingenin kapısı açıldı ve kıçımın sıcaklığını tamamen ele geçiren betona yanıma oturmaya gelen 15’inde bir tanrıça çıktı kapıdan. Bütün gece uyumamıştı sık sık pencereden dışarı bakıp kızgın bir şekilde kulaklarını tıkıyordu…
Yanıma geldi ve gürültüden uyuyamadığını söylerken annesinden çaldığına birkaç kez sahit olduğum sigarsından bir tane yaktı. Yakalanmaktan hiç korkmuyordu ve gözleri beynime buz sarkaçları saplıyordu… Bu ilk konuşmamız değildi ama ilk baş başa kalışımızdı… Sonrasındaki birçok günün sabahlarında beraber götümüzü dondurduk. Çingenin kapısının her aralandığında tanrıça çıkıyor ve diğer tanrıları aldatır gibi benimle buluşuyordu. Ama hep üzgün geliyordu…
Babaannemin mahallenin dedikodudan sorumlu olarak atadığına emin olduğum kadınla bir sohbetinde duyduklarım, O sürekli haftanın belirli günleri dört gözlü çingeni ziyaret eden çizgi romanlarımın mafya diye çizdiği karakterlere benzeyen adamları açıklıyordu ve annemin bakışları arasında her sabah flört ettiğim tanrıçamın yorgan altında gürültüden uyuyama nedenini de öğrensem de bu konuyu onun yanında açamayacak kadar meşgul idi kafam onunla.
Birbirimizi ilk öpmeyi denediğimiz sabahı her kadını öpmeden önce birkaç saniye hatırlarım hala. Çingenin dört gözünün de üzerimde olduğu hissettiğim ve annemim yıldızından beni izlediğini bildiğim için utanarak öptüğüm tanrıçamın yüzünü şimdilerde hatırlamakta ne zaman sıkıntı yaşasam gider soğuk betonlarda annemi ziyaret ederim. Ve dört gözlü çingenin nasılda yaşlandığını izlerken sonradan öz olmadığını öğrendiğim babaannemin “gene zaban köründe neydiyon buyu devrülesi yürü get yatana dediğini duyar gibiyim”…
Tanrıçamın sessizce bana doğru süzüldüğü kapıdan ilk girdiğimde 14 yaşımdaydım, çingenin ona ait gözünde çocukluğumu onun çırıl çıplak bedenine dokunduğum ilk ve tek seferde terk ettim ve tanrıçam annesinin mesleği icabı bir gün ansızın gidiverdi kollarımın arasından...
Dört gözlü çingen ile ben kalmıştık geride ve sonraları bende terk ettim çingeni arada ziyaretine gidip içinde bıraktığım çocukluğumun dedesinin eski dürbünü ile geleceğini gözetlemesine izin veriyorum ya da annemin kalmak için bay gündüze yalvarışına üzülüyorum…
2 comments:
Sevdim ben bu hikayeyi..
Senin sayfana çok yakıştı bu hikaye.
Post a Comment