Pages

18 March 2010

Üç Dört Günlük Yazı Bitti

Kalbimin ağrısı mideme vuruyor. Kusma isteği ile doluyum. Günlerce, hiç durmadan kusmak istiyorum ta ki biri gelip beni kendi kusmuğumda boğmaya çalışanadek.
Gece olmak üzere dışarının karanlık olması gerekirdi diye düşünüyorum.
-Hiçbir şey olması gerektiği gibi değildir, diyor.
Şehrin ışıklarına bakarken görme yetim. Tıpkı, güneşe koşmak yerine şehrin yapay ışıklarına koşan bir kaplumbağa gibiyim denize ya da güneşe değil şehrin ışıklarına doğru koşan yumurtasından yeni çıkmış bir kaplumbağa, asfaltta ezilmeye mahkûm…


Ve sonra otomobillerin ışıkları sayesinde yağmurun yağdığını, gözlerimi içine bakan her kadını öpmem gerektiğini, her soluk aldığımda ciğerlerime batan kaburgalarım sayesinde aslında nefes alarak yaşamak zorunda olan bir organizma olduğumu fark ediyorum. Fark edebilmek bir eylem midir bilmiyorum ama yaşamın farkında olmak bile yoruyor beni.


-Bu iyi bir şey, diyor.
- Yani bunu fark ediyor olman, insanlar her şeyi bildiklerini sanırlar ama dostum güven bana o bildikleri şeyin gerçekte onlara ne hissettireceğini yaşamadan tahmin bile edemezler. Bir şeyi bildiğini sanmakla onu yaşamak çok farklı şeylerdir. Farklı şeylerden bahsediyorum daha fazla konuşmasına izin vermeden, o da buna izin veriyor.

Ölmeden önce kusmalıyım. Üstümdeki yumurta kokusu da doğuştandır.  Çünkü ben Güneş diye sokak lambalarına koşan kayıp bir kaplumbağayım. Koştuğuma inanmıyorsunuz sizi bekleyen birine koşmak nedir bilmiyorsunuz. Nokta nokta adlı kirli bir sokak lambasına koşan zavallı bir kaplumbağa…
Oysa ben ona doğru koşarken, beni beklediğini sanırdım.
-Gülüyor. Bir sokak lambası hiç kimseyi beklemez diyor. O sadece o sokaktan geçene ışığını verir.


Dünya dediğimiz yuvarlak ve granitlerle çevrili, dairenin etrafında dön hadi. Renk renk ama seni her şeyden alıkoyan duvarlarına çarp sevgiyle…(Sevginin gücü yıkar bütün duvarları demek isterdim diye geçiriyorum içimden birilerinin duyacağından korkarak.)Döndükçe çarpıyoruz zaten...  İçtikçe dönüyoruz. Sarhoşluk en sevdiğim duvarım. Bir süre sonra susup, içime parafin bulaştırıyorum ve öyle yürüyorum ateşe…

-İnsanların amacı acı çekmeden ölmektir, diyor.
Bense söylediklerini duysam da anlayacak cesaretim yok. Kalbimin ağrısını geçirmek için her şeyi yaparım diyorum ve nefesimi usulca bırakıp mutlu olduğumuzu sandığımız tüm güzel şeylerin üstüne kendimden kurtuluncaya ya da sizleri yok edinceye dek kusmak istiyorum…
-Her şeyin olduğu bir hayatta istediğiniz her şey olmuyor maalesef, diyor.
 Bir sokak lambasına âşık aptal bir kaplumbağayım. Bir otomobil altında kalmaya mahkûm.
-Sigaranın izmaritini koluna basarken ne hissediyorsan öyle yap, diyor. Yanık et kokusu... Artık daha fazla dayanamayıp kusmaya başlıyorum… Kollarım sigara yanıklarıyla dolu. Aklım anlık bir iflasın eşiğinde ama eşik çok yüksek. Hüzünbaz desibelde çatallaşan sesimle bağırıyorum düşüncesizce. Komşularım kendimden daha güçlü bir kadınla seviştiğimi hayal ediyorlar…


Öğlene doğru uyanıyorum. Kollarımdaki sigara yanıkları ve ağzımın kenarına yapışmış birazlı dün geceyle. Tüm yaşantımın özeti bu… 23 yaşındayım ve dün gece ilk kez sarhoş oldum… Bana sorarsanız bu ilk sarhoşluğum derim. Yalan derseniz, siz bilirsiniz. Dün geceye sorun gerçi o hala uyanamadı sanıyordum ama sabahtan kalkıp gitmiş… Bütün gece konuştuğum kadının kim olduğunu bilmiyorum nerde nasıl tanıştık, içmeye ne zaman başladık, hiçbiri yok.


 Uzun zamandır sigara içiyorum. İzmaritin süngeri yanana ve o acı midemi bulandırana dek sömürüyorum sigarayı. Yıllardır her sabah kimse kalkmadan uyanıyor ve böğüre böğüre aynı ayini tekrar ediyorum. Ve komşularımın sanıları sabahlara yansıyor. Artık kötü rüyalarda görüyorum. Uğur böceğini andıran kelebek yüzlü bir kadını gördüğümde ona güzel sözler sarf etmek yerine tecavüz ediyorum rüya benim olduğundan olsa gerek pek itiraz etmiyor.  Kötü rüya diyorum ama bana kendimi iyi hissettiriyorlar. Mesela uzun bir süre yüksek bir yerden sürekli olarak düştüğümü gördüm. Düşme anının bilinmezlik korkusunu, yere çarpmanın sevincine dönüşmüş bir halde buldum. Uyanarak hayatıma kaldığım yerden arınmış ve yüzleşmiş olarak devam ettim.


Bir gece öncesine kadar gün boyu yaptığım ve kirli battaniyelerimin altına girene kadar kendimi iyi hissettiren her şey sabahları hiç tanımadığım ama her gün inatla benim hayatımı yaşayıp yalnızlıklarımı kullanan ölü bir adamın tüm pisliklerini örtmek ve cesedi ortadan kaldırmak için verdiğim uğraşın bir özetiydi. Kusma isteği...


-Tüm ilişkilerin tüm yaşantıların tam içine ne olacağını düşünmeden kendini bırakmak… Teslim olmak iyidir diyor. Cevap bile vermiyorum elimdeki beyaz bayrağı izlerken. 
-Gerçek bir orgazma ancak bir kadının içinde olduğun, boşalırken dışarı çıkman gerektiğini unutup tüm bilincini yitirdiğin zaman ulaşabilir ve arınırsın diyor. Bu yalan diyorum. Gözlerine bakmıyorum. Artık kimsenin gözlerine bakmıyorum.


Yeni bir kişilik sentezliyorum. DNA’larımla oynuyorum. Bu kuyruklu bir yalan uzun görünsün diye böyle söylüyorum. Dişlerim nikotinden sararmış. Dişlerimi fırçalamalıyım.
-Niye? Diyor. Bilmem fırçalamam gerekli diyorum, anlamsız algıladığım sorunsunu.
Klozetin kırık kapağını kapatıp üstüne oturuyor. Elindeki bira şişesini bana doğru uzatırken gözlerimin içine bakıp tekrar soruyor.
-Neden? Şaşırıyorum büyütmeye değmeyecek aptal bir sorunun en basit en aptal cevabını vermekten çekinmiyor ve bilmiyorum diyorum. Ama o gözlerime hayatın anlamına dair sorulmuş bir soruya cevap bekleyen bir insanın dikkatiyle ile bakmaya devam ediyor. Ne demem gerekiyor diyorum sanki ne kadar aptal olduğumu gösterircesine. Birayı elime bırakıyor. Bir çocuğu doğru bildiği yola yönlendirmekten vazgeçmiş bir hali var. Sigarayı yakıp kibriti küvete atıyor. Çıkan sesi düşünüyorum söndüğünü düşündüğüm yanık bir kibrit çöpünün benim sandığımdan çok sonra söndüğü gerçeğine şaşıyorum. Kendimi, aklı fikri sokakta oyun oynayan arkadaşlarında kalan, kalın kafalı bir çocuk gibi hissediyorum. Ya da aslında zaten öleyim. Bana tek bir şey söylüyor. Gözlerine bakmadan dinlemeye çalışıyorum.
-Bu gün kötü göründüğünü düşünüyorsan yüzünü boya. Bense yüzümü ilk kez yıkamayı düşünüyorum. Fakat bu umurunda değilken yapman gereken bir şey olduğunu düşünüyorsan önce şundan kurtulmalısın şuan için senin yapman gereken tek şey kendi hissettiklerin olmayı becermek. Yarını ve başkalarının ne deyip ne düşüneceklerini düşünmeden… Becerebilmek güzeldir diye geçiriyorum içimden.


Yaşam benden öncede vardı ve bildiğim tek şey benden sonrada olmaya devam edecek. Tıpkı bana rağmen hala varolmaya devam ettiği gibi…


Ben İç organlarını bağışlamaya çalışan bir cesedim.
Senin iyi bir şeyler yapmaya çalıştığını biliyorum. Beni al ve kullan. Ben göremeyeceğimi bildiğim o güzel günler adına kurban olmak istiyorum.
-Yo bu iki yüzlülük der gibi bakıyor. Gözlerine baktığımı fark ediyorum…


Havlu nedir diyorum.
Anlamını yitirmiş bir bakış fırlatıyor. Şaşırmıyorum. Anlattığım hiçbir şeyi dinlediği yok. Niye dinlesin ki dengede olan o. Bir dala tutunmuş yerçekimine karşı verdiği savaşı kazanabileceğini bile umut edecek kadar dengede. Düşmekte olansa benim. Kolundan tutup durduruyorum. Sonra komşulara sesleniyoruz şehvetli zil sesleriyle.


-Kanser olan annesine tüm bu olanların onun yüzünden olduğunu hiç acımadan bağıran, kollarına izmarit basmayı alışkanlık edinen ve her gece gözlerini bağlayıp hayaletlerle güven oyunu oynayan,  evet benim…
-Hayatı izleyip parmak uçlarını kesen bir insana ancak acınır diyor… Sen acı hakkında ne bilirsin ki diyorum. Belki ilk defa gerçekten gülmek istiyorum... Biriktirdiğim ne kadar kahkaha varsa ortaya bırakıyorum. Biri sana yardım etmeli diyor. Hastasın sen. Kahkahama ekleniyor sözleri. Hastayım ben.
Belki de gerçekte bunları söylemiyor. Belki sadece benim aklımdan geçenler bunlar.
Belki de…
Pişman olacağın şeyler yapma yeter diyor. Gülmeye devam ediyorum. Ben sadece pişman olacağım şeyler yapmak istiyorum diyerek. Sora aklımdan geçen bir şeyi geçip gitmeden yakalıyorum gırtlağına çöküp amacının ne olduğunu soruyorum. Korkmuyor ve gözlerimin içine bakıyor.
-Amacımı biliyorsun diyor. Ben senin aklından geçiyordum sadece. Gerçekten sadece geçip gitmek istiyor bırakıyorum onu öldüremeyecek kadar yorgunum. Geçip gittikten sonra pişman oluyorum onu oracıkta gırtlaklamadığım için. Sonra az önce geçen piçin sen ne yapsan pişman olacaksın dediğini ve o iğrenç gözlerini…


-Nasılsın diye soruyor, telefondaki ses. Ben hep aynıyım diyorum kötüyüm ve hiç bir zamanda iyi olmayacağım. Peki, sen ne duymak isterdin diyorum. Ses gelmiyor.
-Okulu ne yapacaksın diyor.
-Okul bitti.
-Sonra pişman olma diyor. Gülmeye devam ediyorum. Kendi aptal kaygılarıyla hayatımı hala yoruyor olması sinirlendiriyor beni. Kimsenin beni aramasını istemiyorum. Biri hiç İstemediğim halde beni terk edip hayatımdan zorla çıkıyor. Şimdide birileri ben hiç istemediğim halde hayatıma girmeye çalışıyor. Bense yalnızca sonunda Pişman olacağım güzel şeyler yapmak istiyorum. Pişmanlık duymama kaygısı ile bütün hayatımı nasıl mahvettiğimi telefonda ki bu’na nasıl anlatabilirim… Sonra hiç bir zaman kendim olarak yapamayacağım bir şeyi daha yapıyorum. Hiçbir şey söylemeden yüzüne kapatıyorum telefonu.

Akorlarını unutmuşum hayatın. Tek bir ezgi yok aklımda.
-Önceleri çiçek beslermişsin diyor ne zaman bıraktın çiçeklerle uğraşmayı. 4 yıl boyunca yanımdan ayırmadığım ev ev gezdirdiğim tüm çiçekleri attım.
-Neden peki. ?
-Neden mi. Tepede ki gecekonduya bütün umutlarını sırtlamış taşırken dünyanın kocaman bi boşluk içinde dönüyor olduğu gerçeği aklıma geldi de ondan!


Psikolog kadın hala inat ediyor. Güzel yumuşak yüzü ve o kadife sesine rağmen beni sinirlendirdiğinin farkında bile değil. Ne kadarda aptalsın sen öyle diye geçiriyorum içimden. Bir yandan da ceketinin göğüs kısmından verdiği dekolteye yükleyerek bakışlarımı peki diyorum, dinle o zaman.
Sadece beni çıkar telefon rehberinden. Yüzüme bakıyor. Telefonunu kullanabilir miyim diyorum. Peki diyor. Rasgele bir numara çeviriyorum
Kendimi arıyorum.
Kendimi arıyorum.
Kendimi arıyorum.
Kendimi arıyorum
Kendimi arıyorum
Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor. Lütfen daha sonra tekrar deneyin. Yine midem bulanıyor. Referans noktanız kaybolduğunda gerçek diye bir şey kalmaz. Hiç bişey gerçek değildir artık ya da her şey gerçektir. Tüm yeşil renkler kırmızı olabilceği gibi kırmızılar da mavi olabilir ve hepside maddenin enerjisinin ışık hızına yaklaştığı oranda gerçektir. Peki, arabanın gerçek rengi nedir. Referans noktanızı yitirmişseniz eğer denge bozulur ve düşmeye başlarsınız ve o hızla gerçeğin tek bi renginin olmadığını fark edersiniz. Kahretsin gerçek nedir. Beni hiç sevmeyen bir kadın benimle nasıl birlikte olur. Ya da bir an bile olsa sevmişse eğer her şeyin sabit bi ivmeyle gittiği bi anda haftalarca telefonlarıma cevap vermeden başkalarıyla nasıl sevişebilir?

Bana sahip olmak istediğin 2 şeyi söyle diyor. O geliyor aklıma, onunla birlikte güzel bi dünyada mutlu olabilme şansına sahip olmayı istemem gerekirdi diye düşünüyorum. Ama hayır böyle bi dünyayı görebilme inancım da onunla birlikte yitip gitti. Elbette öyle bi dünya olacak sosyal bilimler bunun kaçınılmazlığını her keresinde ispat ediyor. Bok böcekleri cennete gitme hayali kurabilir. Ya da bir sürü bok püsür. Ama ben o günlere ulaşamayacak olanım. Özgürlüğüme sahip olmak istiyorum diyorum. Ve onun arkasından yürüyecek, gerçeğe çıplak gözle bakabilecek cesarete…
-Al işte diyor özgürlüğe bile sahiplik olarak bakıyorsun.
-Öyle değil mi diyorum. Hayat yaşadığın sürece sen istemesen bile sana kaybedeceğin yeni şeyleri bulup verir. Her şeyini kaybettiğinde elinde istesende istemesen de kaybedecek yeni bi şeyin vardır artık her şeyi değiştirme özgürlüğü. Bu özgürlüğü sen istememişsindir. Ama her şeyini kaybettiğinde buna sahip olmak zorunda kalırsın istesen de istemesen de. Hiç bir şey yapmamak bile çözüm değil.
- Evet diyor bu kez haklısın galiba. Ne denebilir ki. Diyalektik olarak her işte bir hayır vardır. Gözüm sık sık çatala gidiyor dayanamayıp soruyorum.
-Bana gidip sevişelim mi?
-Seans bitti üzgünüm, Yine gel olur mu diyor.


Yüzün yok. Kelime anlamların cılız bacakların gibi. Dışarı çıkalım diyorum nerede yağmur yağıyorsa oraya gidelim. Issız bi parkta öpüşelim istiyorum ateşe, yoksuluğa ölüme, ayrılığa ve kollarımda ki sigara yanıklarına rağmen gerçekten, olduğumuz gibi mutlu olalım istiyorum. Sense bir aynanın karşısına geçmiş makyaj yapıyorsun. Tıpkı güzel bir doğum günü paketi gibisin içinden her defasında hayal kırıklıkları çıkaran.
 Ve tinerci çocuklarımı her defasında yok sayan. Anladım senden hayır yok. İnsanlarıma dönüyorum. İçimde doyurmam gereken binlerce sokak çocuğu var. Ve bali bile alacak param yok…


Merak etme kollarım sıkı ağzım temizdir. Dişlerimi yeni fırçaladım. Ekmek parası için değil gönül yarası bizimkisi…

En büyük düşmanımız kendi bilincimiz. Düşünebilme yeteneğimiz olduğundan kandırılamaz olduğumuzu sanıyoruz. Ama her defasında yanılan biziz. İçinden çıkıp aklımın fikrimi sıvazlıyorum... 






 Algı organının sıvısı ile kaplanmış bedenimle karnına boşalıyorum.
-Unutma diyor. Bir kedi hiçbir zaman psikoloğa gitme ihtiyacı duymayacak kadar gerçekçidir.

 O artık yok… Başka bir kalabalık içinde benden çok uzak... Bense terli kadın göğüslerinin adsız yüzleri arasında uyuyup kalıyorum, çocukluğumu andıran peynir kokusu arasında. Bir daha onu hiç göremiyeceğimi bildiğim halde.

-En çok korktuğun şeyi söyle bana diyor.
- Hiç bir zaman kimseyi sevemeyecek olmaktan korkuyorum diyorum…

Telefon çalıyor,  bu geceki pisikoloğum arıyor.

6 comments:

Manusal said...

Biraz uzun mu oldu ne?

P88.O8.Z3 said...

harika olmus...
diyicem diyecek baska birsey bulamadigim icin ama boyle bir yaziya harika denirse de orta yere bi celiski birakivermis olur muyum?

ilginc birsey bu bloglama dedikleri... bu sabah cok garip kalktim... yada belki normaldi...cok yabanci seyler olmayacak bu yazdiklarina... sonucsuz bir terapi girisimi senin anlatiminla, haftalardir gecirilen bas donmeleri, mide bulantilarinin tedavisi umuduyla... sonuc: mide bulantisi ve bas donmesinde hizli bi artis... artik nereye kussam nasil kussamdan gecip iceri iceri kusmaya basladim diye korkuyorum...oluyor mu sana da?

bi siirimsi yazdim sabah.bloga koydum.sen yorum yazmissin.cevap veremedim.sonra senin bloguna baktim. yaziyi okudum.

en büyük düsmanimiz kendi bilincimiz...evet...

aferin bize diyebilir miyim?

cok mu sacmaliyorum?

. said...

öyle görünüyor.okumaya başlarımda nasıl biter acaba,diye düşünüyorum.2-3 günde okurum artık:)

SeV@L said...

Parça parça, sindire sindire okuyacağız artık :)

Manusal said...

Aslında kusma isteğiyle dolu iken yazamıyorum bu yazıları ya kusmaktan vazgeçince ya da kustuktan sonra ama o durumdayken yazamıyorum.Hem ben o durumdayken sarhoşta olamıyorum.İçeri doğru kusmak da oluyor tabi hatta genelde o oluyor çünkü dışarı kusmak seni mutlu edecek düşüncesiz bir davranış olabilir oysa kendi pisliğinde boğulmak senin sorunundur.Nediyorum saçmalıyor muyum?
Doğru karar öyle tek seferde tüketmek sakıncalıdır bünyeniz kuvetli değilse günde 2 kez yemekten sonra okuyun : )

. said...

:)
eee hadi ama yeni yazı,lütfen biraz kısa olsun...