Olayı kişiselleştirmeden, karşımda duran kudretli duvara kafamı vuruyorum. Devamlı olarak bunu yapıyorum ve devamlı olarak o duvar hep burada. Araya girmek isteyen yaşlı adama dönüp;
-Bırak beni yoksa seni de öldürürüm diyorum.
Korkuyor bunak. Bana inanmış olamaz sadece kan onu korkutmuş olmalı… Ya da bakışlarımda vücut bulan fakat benim kaçırdığım bir hikâyeye takılmıştır kafası. Hızla ve tekrar tekrar kafamı vurmaya devam ediyorum. Fısıltılara kapatıyorum kendimi yinede içeri sızmakta üstüne yok fısıltıların. Susun artık. Etrafımda insanlar toplanıyor bu bir olay gibi. Aralarında ne konuştuklarını merak etmiyorum açıkçası, hakkımda ne düşündükleri umurumda değil şuan. Uzaktan izleyenler deli olduğumu düşünebilirler hatta cesaretle yakından bakmaya bile gelebilirler. Sorsalar fısıldamak yerine kendi içinde huzurlu bir teslimiyet anı bu derim. Acaba delilik böyle bir şey mi?
Kendimle tartışma halindeyim bunu sık sık yapsam da bu özel olayın burada kalabalığın içinde gerçekleşiyor olması benimde canımı sıkıyor. Dayanamıyorum. Kasılmalar başlıyor.
Gardayım ve perde açılıyor bırakın oynayayım hayatımı…
Yolculuğum nereye belirsiz tıpkı yollar gibi... Belirsiz... Neden buraya geldim bilmiyorum. Öylesine olmalı. Belki hiç bir yere gitmem. Herhangi bir kente gitmek için gereken o lanet biletlerden almam ve o lanet trene de binmem ve o belirsiz yollardan birine düşmem... Evden hiçbir hazırlık yapmadan çıkmış olmalıyım. Saçlarım dağınık ve yanımda çantam yok. Saçlarım...
Kalbime yakışan taş duvarlarıyla gar da olmak iyi geliyor zorla buraya gömülecekmişim ve her gün birilerim buradan beni geçip gidecekmiş gibi o soğukluk o bekleme hali…
Cinnetin geçirilebileceği en değerli mevzi, bir durak ve bir durak daha ve sonra patlarsın. Makinist frene bastığında sen hızlanırsın. Dünya hızlanır. Bakın İstasyon soğukluğu ellerime bulaşmış üzerinde bir parçada kan var. Kan önce sıcaktı sonra o da kaskatı kesildi. Kan üşüdü, eminim ben bir yere geç kaldım.
Cinnetin geçirilebileceği en değerli mevzi, bir durak ve bir durak daha ve sonra patlarsın. Makinist frene bastığında sen hızlanırsın. Dünya hızlanır. Bakın İstasyon soğukluğu ellerime bulaşmış üzerinde bir parçada kan var. Kan önce sıcaktı sonra o da kaskatı kesildi. Kan üşüdü, eminim ben bir yere geç kaldım.
-Sus artık herkes gibi sessiz ol...
-İyide kimse sessiz değil ki.
-Onlar ses değil fısıltı!
İlerde bir kadın oturuyor. Kalabalığın içinde ama kalabalıktan ayrı. Sanki ortak anılarımız var gibi. Sanki onu çok önceden tanıyormuşum gibi. Bir tek o ilgilenmiyor olup bitenle. Aniden kesiyorum zamanı bileklerimi keser gibi.İleride dediysek aynı zaman diliminden bahsettiğimi kim söyledi sana? Net! Bu sahne bitti diyorum. Şimdi onun sahnesi var sırada. Burnumu çekiyorum.
Adımlarım nabzımla bir. Hızlı. Nabzım adımlarıma eş değer. Hızlı.
Yaklaşıyorum. Birine ihtiyacım var. Eğer onunla konuşabilirsem her nereye gidecekse oraya bilet alırım. Benimle konuşmalı. Bunu yapabilirim, yapabilir. Çantasına koyduğu makyaj malzemesi kadar yoldaşlık edebilirim bunu yapabilirim ona…
Yaklaşıyorum. Birine ihtiyacım var. Eğer onunla konuşabilirsem her nereye gidecekse oraya bilet alırım. Benimle konuşmalı. Bunu yapabilirim, yapabilir. Çantasına koyduğu makyaj malzemesi kadar yoldaşlık edebilirim bunu yapabilirim ona…
Hey sen kuduz ve yaşlı bir sokak iti gibi kendi kılcal damarlarına dön ve içinden bıçaklan... Dedim. Duymadı... Tanıyorum onu… Yo tanımıyorum.
Soluduğum havanın beni saran çemberinden çıkıyorum usul usul,( bireysel atmosferimin hep düzgün bir çemberden ziyade çevreye dikey olduğunu ve içerdeki sağanak iklimin nedeninin bu olduğuna inanırdım). Birkaç adım kaldı ve kalbim hızla çarpıyor. Ya sinirden ya da... Bilmiyorum. Yüzüme bakıyor. Ne söyleyeceğimi merak ediyor olmalı. Bende ne söyleyeceğimi merak ediyorum. Çevredekilerde ediyor olmalı.
Sizde ediyor olmalısınız.
-Adını bilmiyorum ama beni dinlemeni istiyorum. Konuşacak başka kimsem yok.
-Adını biliyorum ve konuşmak istemiyorum. Başka biri olduğun için değil. Konuşmayı sevmediğim için.
-Adını biliyorum ve konuşmak istemiyorum. Başka biri olduğun için değil. Konuşmayı sevmediğim için.
Bana dönüyor ve beni hatırlaman için sadece üç saniye veriyorum sana der gibi tekrar başını çeviriyor.
-Sanırım siz…
-Sanırım gitmem gerek. Bu arada bence kafandaki yarayı birine göstermelisin. Kanaman var. Dikiş atmaları gerekebilir.
-Kafamdaki yaraya sen bakamaz mısın? Numara yapma bana olur mu? Burada kalman gerek. Ya da beni de götürmen gerek.
-Sanırım gitmem gerek. Bu arada bence kafandaki yarayı birine göstermelisin. Kanaman var. Dikiş atmaları gerekebilir.
-Kafamdaki yaraya sen bakamaz mısın? Numara yapma bana olur mu? Burada kalman gerek. Ya da beni de götürmen gerek.
Cevap vermeden uzaklaşıyor. Adımları sakin. Benden kaçmıyor bunu anlayabiliyorum. Belki kimseden kaçmıyor. Belki sadece yanlış bir zamandır. Belki de… Yanağımdan süzülen sıcak kanı hissediyorum…
Üzerimde üç beş kol ama cümlelerden, yeni anlamlar yükleseniz de taşıyacaktırlar... Üzerimde birkaç göz anlamsız bakışlarımın üç noktası gibi üzerine çizgiler atarsanız anlam kazanacak ve bir ünlem kadar ciddi olacaktırlar. Orda ve orda ve sonra biraz da ordayım. Küçücük ziyaretler ve küçük kahkahalar… Geçen zamanın olağan tiktakları kulaklarımda sallanan küpe ve yeni saç kuyruklarım yakıştı bana... Rengim değişti sanki... Çehremde hala bir sol anahtarı var… Açarsam içeri girerim bundandır ki kapıda bekliyorum seni. ( ki bu zorlama olacaktır her türlü, cümle gereği afil meraklısı olduğum aşinadır. ) sakla beni ha... Ayak seslerini duyar gibiyim ama bu giderken kiler… En azından ışığı kapat ki rahat görebileyim... Gölgeler ışıkta saklanamaz tıpkı sahiplerinin karanlıkta saklanamadığı gibi.
Ağlamak istiyorum. Biraz önce en iyi arkadaşımı kaybetmiş gibiyim. Etraftaki meraklı kalabalığın gözleri hala üzerimde, bu beni daha çok geriyor. Dönüp bağırıyorum
-Siz neye bakıyorsunuz ha! Daha önce kavga eden bir çift görmediniz mi?
-Siz neye bakıyorsunuz ha! Daha önce kavga eden bir çift görmediniz mi?
Söylediğim yalana inanmak istiyorum.
Kadın kayboluyor. Kendi kendimi yalancı çıkararak içten içe, her adımda benden biraz daha uzaklaşmasını dinliyorum. Tüm kalbimle bunu diliyorum. Tüm kalbimle…
Buradan giden: Bu bir nakarat… Emin olun uygun melodi bulunduğunda söylenmesi gereken şeylerden bahsetmek üzereyim; Belki de şimdiye kadar yolcu ettiğim herkessin sen. İçimden koptun. Adını bilmiyorum. Ama dinginliğini, saç rengini ve kokunu sevdim. Benimle gel desen gelebilirdim. Çünkü geri dönebileceğim bir yer yok. Gerçeğin asık suratını tokatlar gibi güldüğümde eşlik et bana kâfi. Hayır, adını biliyorum. Sadece ismini hiç sevmedim.
Hayatı adımlarken sık sık paltonun cebine soktuğun sol elini, gitmem gerek diyen içsesini göğüs kafesime teyelledim!
-Şarkıyı duyabiliyor musunuz?
-Duyamıyorlar…
-Hadi ya…
Gidiyor olmanı anlamaya çalışıyorum. Düşündüm de nereye kadar gidebilirsin ki? Hadi gidin şimdi gidilecekse gücüme.
-Hiçbir menzil kalbimden daha uzak değil ki…
-Hiçbir menzil kalbimden daha uzak değil ki…
-Bırak bunları haspam. Seni duyamaz.
Burada kalan: zihindeki şanlı raksımız bayatlarsa ve esnerse geri kalan ömrüm, kalan da olurum elbet... Matematiğe canımız feda. Biraz topla beni biraz toparla. Dağınık görünmek istemiyorum ya da çıkar at kendini benden bu bir işlemse eğer.
-Şarkıyı duyuyor musunuz?
-Şarkıyı duyuyor musunuz?
-Duymuyorlar…
-Hadi ya…
Caddedeyim. Yanımdan insanlar geçiyor. Hepsi beni izliyor hala. Kendimi reyting rekorları kıran o aptal dizilere benzetiyorum. Aptal bir tv kutusundan hayatınıza sıçramış gibi biri. Birini kolundan çekip neden bu halde olduğumu açıklamak istiyorum. Dudaklarımı aslında ben jiletledim bu yüzden biraz parça pinçik dilden getirdiklerim, kafatasımı da ben kırdım biliyor musunuz? Ama anlamayacaklar. Bu yüzden başka cümleler kurmalıyım. Biraz önce hayatımın aşkını kaybettim ve onu götüren trenin altına atladım desem?
-Saçma olur.
-Hiçbir tren dudaklarınızı kesip geçmez üstünüzden.
-Hadi ya.
Burada olan: Belki de çoktan onunla birlikte o trene bindim ve başını omzuma dayayıp kendini uykuya teslim etti. Belki göz kapaklarının üstüne doğru soluyorum nefesimi ve belki saçlarımı okşuyorum şuan. Geçecek diyor. Beni buldun ya… Hepsi geçecek. Hey sarhoşluğuma kendini de ekledi belki. Şuan olan her neyse bir rüya ve o yumuşak omzumda uyuyor. Rüyalar uyandığında biter kâbuslar ise daimidir…
-Şarkıyı duyuyor musunuz?
-Duymuyorlar…
-Hadi ya…
Ortada kırışık bir haz var, beynimi ütülemeyi kesin yine de.
Burada olmayan: Sadece ben ve siz. Hiçbirimiz aslında burada değiliz.
Ötenazi isteği talebe alınmayan bir tanrıyla kırıştırıyorum sanki ve ölümsüz olan fısıldamalar hafızamı okşuyor ve boşalıyor geçmişim. Kanlar içinde... Uyan ey Peru... Uyan ey Paris… Her kıta uyansın hadi. Bir çocuk, bir ev, kolumda bir şırınga… Uyanın lan artık, çok yalnızım. Kaç gözüm var... Kaçı açık... Kaçı kapalı... Kaçtır yalnızım saatler içinde. Zamanın köşesinden kemirirken ömrümü…
Bitkisel bir hayata kırpıyorum gözlerimi. Aklımda çok şey var ama yanım hala boş. Sikerim öyle aklı, böyle boşluğu.
Kimseye bir şey söylemeden ilerliyorum denesem de kimse beni dinlemiyor ya da mevzu ne? Çaresizliğimi de içerlemiyorum artık aslında sadece... Ceplerimi yokluyorum öyle bir an aklıma gelmiş üzere gibi… Ceplerim boş çok şükür. Yani istesem de gidemezdim onunla, bir bilet alıp. Bu beni rahatlatıyor.
İlk defa parasız kalışıma seviniyorum. Yalnızlığıma bir bahane bu sanırım ama bu ilk bahanem değil.
İlk defa parasız kalışıma seviniyorum. Yalnızlığıma bir bahane bu sanırım ama bu ilk bahanem değil.
Biri;
-Beyefendi bakar mısınız diyor.
-Giz, diyorum… Hırlar gibi. Giz’im ben
Vazgeçiyor her ne soracaksa. Uzaklaşıyor.
-Hoş Geldin.
Deyip ayrı gayrı gözetmeden soyunuyorum göbek bağımdan birkaç mum yaktıktan sonra, çıplaklığıma tapınıp kendimi öldüreceğim birazdan ve birazdan tekrar doğacağım… Biraz saygı gösterin.
Dar ve karanlık bir sokağa daha giriyorum (yaşadığım dünyanın değişmeyen tek gerçeği dar ve karanlık sokaklarım). . . Önüme çıkan ilk evin 5 numaralı ziline basıyorum. Açan olmuyor.
-Şarkıyı duyuyor musunuz?
-Duymuyorlar…
-Hadi ya hala mı?
-Evet.
-Hadi ya…
Kanamam durdu gibi. Başım da ağrımıyor artık.Bir sigara yakıp islenirken farkkettim ki (Daha fazla yazamayacağımı daha nasıl anlatabilirim). Kanamam durdu ve etraftakiler de bakmıyorlar, artık gitme zamanının yaklaşıyor… Hep zamanı gelecek!)
Bir şarkı yan tarafımda… singing if it be your will dürtüp duruyor beni uyuz oluyorum. Ben kaşındıkça nota dökülüyor ki şuan ihtiyacım olan en son şey bile değil. Zaten bir sıralama da yapamayacak kadar kararsızım.
Kısa bir nakarat sonra. Doğum sancılarına benzeyen… Ki hiç sevmem sancı dediğinizi anlıyor musunuz?
Zile tekrar basıyorum. Açan olmuyor.
Sıradaki dar ve karanlık sokağı ve önüme ilk çıkan evin zilinden önce…
Kısa bir nakarat sonra. Doğum sancılarına benzeyen… Ki hiç sevmem sancı dediğinizi anlıyor musunuz?
Zile tekrar basıyorum. Açan olmuyor.
Sıradaki dar ve karanlık sokağı ve önüme ilk çıkan evin zilinden önce…
Söylemeye çalıştıklarımın hepsini fondip yapıp aklımın gümüş saplı mahcup kadınına, arkamı dönüyorum kendi adımımla.
Hepsi bu...
Hepsi bu...
6 comments:
Çok güzel olmuş yine biraz yorucu anlaması zor.Sonra anlatırsın bana incelikleri.
Yok öyle sonra anlatırsın falan ben söyledim söyleyeceğimi. derse niye gelmedin sen?
allahtan hepsi bu :)
apocalyptica'yı duydum yazacaklarımı da unuttum.
Ben demiştim derim sonra : )
Şarkıyı beyendim.Yazıda idare eder.
Size vermesemiydim ne sitenin adresini.
Post a Comment