Uçtu
O sese doğru... Müziğin içinden… Evet kanatsız… Süzülerek…
Bir an geliyor, şöyle bir kendi içine bakıyorsun. Nefesin kesiliyor ve içindeki o koca, karanlık arsada aslında hiçbir şey olmadığını fark ediyorsun, kocaman ve ağdalı bir boşlukta buluyorsun kendini. Sonra birden o kocaman ve ağdalı boşluk içinden çıkıp bütün bir evreni kaplayıveriyor…
Şiddetli bir depremin ardından harabeye dönen bir kent kadar çıplak ve ruhsuz beton yığınları arasında can veren bir adam kadar soğuksun... Harabelere önem veriyoruz ve ne kadar çok olduklarını görünce şaşıyoruz. Gökyüzü ne kadar büyük... Nasılda yutuyor her yanını. Sonsuzluk hissini damarlarından zerk edince iflah olmuyor artık ne gündüzün ne gecen.
Şiddetli bir depremin ardından harabeye dönen bir kent kadar çıplak ve ruhsuz beton yığınları arasında can veren bir adam kadar soğuksun... Harabelere önem veriyoruz ve ne kadar çok olduklarını görünce şaşıyoruz. Gökyüzü ne kadar büyük... Nasılda yutuyor her yanını. Sonsuzluk hissini damarlarından zerk edince iflah olmuyor artık ne gündüzün ne gecen.
Sadece bir parça mavinin ucundan tutunup gökyüzünde kayboluyorsun... Işık kırılıyor hızından... Hissediyor olmanın ağırlığıyla rüzgârda savrulan cılız bedenin, kendini tamamen bırakıyor bir süre sonra. Burada neye benzersin diye düşünüyorum. Siyah ve küçük olmanın saklı utancı ve haksız bir ölümü beklerken duyulan o son korkunun güçlü gölgesi... Şimdi kanatlarını çırp... Mutfak camına çarpıncaya kadar. Hepsi bu işte.
Hızla çarp... Aklını ilk defa şeffaf bir sertliğe vururcasına.
Uçtu
Uçtu
Müziğe doğru... Müziğin içinden… Kanatsız koşarak…
Sesin sahibi kızıl saçlı ve narin elleri karşısındaydı. Ahh İçeri bir sızabilse... O küçücük bedeninden taşan bu dev duyguyla içeri bir akabilse. Hemen gidip bu harikulade kadının harikulade sol memesine konacak ve belki tatlı bir rüyaya dalacaktı. Kim bilir. Ne harikulade olurdu?
Kaç gözüm var... Kaçı açık... Kaçı kapalı... Kaçtır yalnızım saatler içinde. Zamanın köşesinden kemirirken ömrümü…
Mutfak camının ardından öylece izliyordu. Sinekti. Küçüktü. Kalbinin Soytarı renkleri ile kanatlarına inat sürünen serseri bir sinek. Kulaklarında titrek sesiyle bir tanrıçaya dönüşen kadını izliyordu... Hıçkırma faslının yüksek desibelli şekliydi bu ezgi.
Sonra ağladı, onu asla fark edemeyecek kızıl saçlı kadın için. Hala sinekti... Hala küçüktü ve hala simsiyah... Üzerine sinmiş bok kokusuyla dünyaya benziyordu... Ve hala sinekti… O kızıl kürklüye… O şeffaf bakışlarıyla… Ve ölesiye…
1 comment:
Kaç gözüm var... Kaçı açık... Kaçı kapalı... Kaçtır yalnızım saatler içinde. Zamanın köşesinden kemirirken ömrümü…
Bilmem bu satırlara ne desem.
bu güzellik karşısında ,nasıl etsemde yere göğe sığdıramasam...
Post a Comment