Her şeyden önce bu şehirde yapabileceğiniz
en iyi şeyin evde sevgiliyle yapılmış bir Pazar kahvaltısı olduğunu bilmenizi
isterim. Yemek yemek, atıştırmak bunlar benzer şeyler olsa da kahvaltı Cemal
Süreyya’nın Dediği Gibi;
Kesinlikle var… Ankara’nın bozuk ara
sokakların da ilerlerken 70-80’ler çilesine yollarda rastlayabilirsiniz, bu
duvara afiş asmayın afişlerini görünce pardox’un manasına tanık olup, ege mahallesi
otobüs duraklarındaki inanılmaz kuyrukları görünce çilenin kralına şahit olup,
ulan başka semtten hatun bulamadık mı diye içten içe söversiniz Ankara ayazında
kaptırdığınız gönlünüze… Bu şehir sizin onu istemediğinizi anlar, siz de onun
sizi istemediğini anlarsınız.
Bir süre Ankara’nın manasız havası alışmakla
geçireceksiniz zamanınızı, yapmayın, uğraşmayın. Elinize içinde kısa kollu
tişört, şemsiye, eldiven, mont, atkı, güneş gözlüğü ve güneş kremi olan bir
valiz ile gezin. Oldu da meclis tarafına gittiniz bot giyin. İlerledikçe
dikmenin acımasız ayazı size doğru gelecektir her daim, her mevsim. Birkaç sefer dikmene gittikten sonra malum
lafın neden söylendiğini de anlarsını. “ Ankara’nın dikmeni bir daha gelirsem
s.. beni” diyerekten. Bu şehirde yabancı iseniz adresinizi adım başı rastlayabileceğiniz
polislere sorun halktan birisine sorarsanız herkes kendi yolunu tarif
edecektir. Herkesin kendi yolu olduğu; Sekiz sağa dön, beş sol, iki yüz metre
düz yaptığı gizli bir yolu vardır Ankara da. Karşıdan karşıya geçmek bir usta
işidir Ankara da yanınızdaki sarışın topuklu hatun kendini yola attı diye sizde
atlamayın yola, sizden çok daha hızlı koştuğunu görünce şoka uğramayın.
Karşıdan karşıya geçerken yolun geldiği yöne göre yani sağdan geliyorsa sağa,
soldan geliyorsa sola birini alın. En son çare iyi yüzme biliyorsan alt geçit
kullan.
Birkaç ay sonra Yılmaz Erdoğan’ın ne
demek istediğini anlamaya başlarsın;
Sonra her kar yağdığında dilinden
dökülür kontrolsüzce “Ankara öyle yakışır ki kar…”
Gün aşırı duyduğunuz sloganlara,
yükselin tam ortasında kardeş türkülerden bir parçaya denk gelebilirsiniz hatta
kolunuzu sıcacık tutan hatuna fısıldarsınız hemen eğilip. Yine bir soğuk Ankara gününde hissedersiniz
hatunu ne kadar özlediğinizi onun yaslandığı yanınız donduğunda. On ikiden
sonra uykuya dalınca Ankara bir bar çıkışı öptünüz hatunun buz tutmuş dudakları
çocukluğunuzda yediğiniz yaz buz dondurmaları anımsatabilir size. Ama yinede
daha ıslak bir öpücük için aylarca beklemekten iyidir diyip gülümsersiniz. Yazın
hep bir yerlere giden arkadaşlarınız, yazın hep Ankara da kalan aklınız olur.
Ne kadar yaşarsanız yaşayın bu şehrin sizi istemediğini anlarsınız, o da sizin
onu istemediğinizi anlar…
6 comments:
Bir Behzat Ç. yüzünden seviyorum burayı.
Bak birgün yolun ortasında arabaları tepikleyen bir kadın görürsen bu ben olabilirim.
Bir de bu bloggere gıcık oluyorum,senin yazın henüz benim panele düşmedi.
Senin panele düşmeyen yazı benim için misyonunu tamamlamamış yazıdır, yapabileceğim birşey varsa bu konuda yapayım! Behzat Ç. de ne olaki Ankara da bir semt adımıdır?
: )Şaka şaka ahlatlı bel var eğmir gölü var sevecek başka bir şey bulamadın mı?
Ahh bu kadınlar Behlül Ç. gider, Behzat Ç gelir.
Manu;
ben Behlül'ü hiç sevmiyorum.
Ama Behzat Ç.başka.
Ahlatlıbel'e hep gitmek istiyorum ama (uçurtma uçurtmaya) henüz gidemedim.
Anlayamadığım şeylerden biri de şu Eymir gölüne isteyen herkes girebiliyor mu?
Yoksa sadece Odtülüler mi girebiliyor.
Bak bu sorduğum soru ciddi?
Bunu tam anlayamadım.
Aslında ben Ankara'yı seviyorum sayılır.
Bazı öküz diye tabir ettiğim vatandaşları olmasa ama.Ne yapalım yapacak birşey yok.Herşey olabilir insan ama öküzlük baki kalıyor.
Herkese açık ama araçla giriyorsun bir ücret veriyorsun herkese açık değilmiş gibi görünüyor.Ben orayı çoks everim ya harikadır. Ufaklıkalr çok sever götürün onları ördekler falan: )
Ben bir gün Ankaraya gideceğim, buz gibi sokaklarında kulağımda Yılmaz Erdoğan cümleleriyle yürüyeceğim. Ve Ankarayı çok seveceğim. Biliyorum :)
Kısa bir ziyaret olur umarım.
Post a Comment