Pages

10 November 2011

Masalların Makus Tarihi


Prensler on yıldan fazla süre boyunca okula gitmişler midir acaba? Alttan kalan derslerle uğraşırken ikinci üniversiteyle uğraşmışla mıdır? Ya da ne bileyim ölmüş hatunu steril bir öpücükle uyandırırken ekolojik sistemi uğrattıkları zararı düşünmüşler miydi?


Peki, prenseslere ne desek? Pireler uğruna işkillenip koca yorganı yakanlar varken neden tanımadığı kimselerin verdiği elmayı yiyecek kadar aptal, bir şeyler örerken ya da dikerken zehirli iğneyi parmağına batıracak kadar beceriksiz olası tutar.

Neden prens self takımından bir hatunun peşine düşmez ki? Hem saçı kuleden yere kadar uzayacak tek canlı türü prensesler midir? Pek ala bir köylü kızı da bunu yapabilir. Hatta örgüsüyle bir merdiven havası bile verebilir. Ayrıca karı zaten prenses olum bırak, az marjinal ol bütün prenslerden farkın olsun. Git al bir köylü kızı portakal yanaklı o da saray görsün… Senin de kursağında bazlama çörek ne bileyim envai çeşit köy ekmeği, meyvesi, sebzesi geçsin, prenseslerden ne hayır bekliyorsun güzel meme dışında?

Kraliçeler neden hep cadı olmak zorunda, ayrıca neden hep kötü üvey anne olmak zorunda masallarda bir türlü akıl sır erdiremedim. Tamam, madem kötü cadısın kılıkta değiştirip taş bir teyze olabiliyorsun daha da ötesi aynanla birle sohbet edebilecek kapasitedesin; ama yok zehirli elmadır, zehirli iğnedir yok efendim, uçan süpürgedir, sepette istiflenmiş yılandır küçük hesaplarla uğraşıyorsun. Ha madem koca cadısın uğraşma böyle ver kara büyünün gözüne yazık sana,  nerede o eski kalifiye cadılar?

Neymiş efendim kötüler hiçbir zaman kazanamaz öğretiye bak; nah kazanamaz adamlara şans vermiyorsunuz ki;  O takıntılı prens elinde tek bir ayakkabıyla bütün ülkeyi dolaşırken baloda oynaştığı kızı bulabilecek kapasiteye sahip gel gör ki cadı elma zehirlemekten başka bir bok yapamıyor. Çocuklara monarşist bir düzenden veriyorsun mesajı sonra “eşitlik nerede kardeşim?”  dese yedi cücelerden biri. Hani önemli olan boyu değil işleviydi. Budala, cücesin bari işlevden kurtar. Yıllar sonra aynı konulu bir porno da izlemişliğim var. Hani kaşar prenses ve yedi bitirdi cüceler tarzında. Çok fena idi çok…


Masalların hayatla tek ortak noktası hayvanların konuşması; savaşlarımız, kavgalarımız, saygısızlıklarımız birer fabl zaten. Tebrikler La(n) Fontaine, çaktırmadan insan bilimlerine el atmışsın. Öyle metaforik, öyle eleştirel ve öyle spekülatif ki…



Hangi akla kusursuz hizmet o şeker kız candye âşık oldum zamanında bilmem. Antony, Terry derken… Lan çok üzülürdüm, kıl olurdum o sarışın bebeye, yakışıklı mıydı? Evet, ilk behlüllerdendi o. Yine bu candy yüzünden attan düşüp öldüğünde üzülmüştüm, çok vicdanlı çocuğum lan çok. Ahhh candy ahhh tutturdun bir prensti, beyaz attı, kıymet bilmedin, seviyordum lan seviyordum…

Neden muradına eren insanların nispetlerine maruz kaldık koca çocuklumuz boyunca? Anne baba didişirken, Pazar günü yıkanan önlükler sobanın etrafına serilirken, süs mendiline burnunu sildiğin için azar işitirken neden prens malı götürmek zorundaydı ki? Külkedisi prensin ilgisini Patti Smith kılığında çekmedi ki süslendi püslendi  böylece rencide olmadı!; yer mi prens malı görmeden düşer mi öyle peşine kolayına… Hem nerede “Olduğun gibi görün ya da göründüğün ol” Komşu çocuklarla tezata düşürdüler çocukluğumu.

Sonra o ilkokuldaki bütün prensesler mucizelere inanır oldu. Gördükleri her kurbağanın beyaz atlı bir prens olduğunu sandılar. Biz de Ayşe bu bebeyle nasıl çıkıyor dedik yıllarboyunca.Sonra öğrendik ki kurbağaların kolları ve bacakları sonradan çıkıyor efendim. Ah aşk masallara da sığdıramadım seni, ölümcülleştiriyorsun her şeyi. Masallarımdan ne istedin lan. Herkes pinokyo’nun seksi burnunun peşinde işlevde pek önemli değil.
Ama cadılar öyle mi?Asaletle anlatıcının optimizmi arasında sıkışıp kalmış zararsız varlıklar. Eline vur ekmeği al turuncu saçarlıyla hemen uzaklaşırlar aşk falan lugatlarında yoktur. Burunları küçük olabilir ama o büyü zımbırtısıyla çok uğraşıp efor sarf ediyorlar. Masalların makus tarihinden rahatsız olup yazılar sokuşturuyorlar.Bak burada kırmız elma var, tabi yersen…

No comments: