Yeni yetme bir gençken, televizyonda Sibel Can’ın verdiği kilolarla
ilgili haberleri gördüğümde anlardım yazın geldiğini. Külotlarıyla
denize dalan çocuklarla, Modern Talking şarkıları ya da TRT’de sürekli
dönen “bilmem kimin son kaseti müzik marketlerde” reklamlarıyla
karşılaştığımda… Çocuk kafasıyla akıl erdiremezdim gencecik bir insanın
önünde uzun yıllar varken neden “son” kasetini çıkardığını. Aradan
yıllar geçti. Suphi Taşhan’ın çok sevdiğim “Bahar beklediğimi getirmedi
/ Bahar yine gelir” dizelerindeki gibi bekledim her yeni yazı.
Sembollerden ve medyadan uzaklaştım büyüdükçe, kitaplara dadandım. Aynı
kitabın erkekler ve kadınlar için ayrı renklerle basılmasının akıl
edilemediği, satışların ve yazım serüveninin yaz sezonuna göre
şekillenmediği zamanları gördüğüm için şanslı sayıyorum kendimi.
Yaz mevsimi, popüler isimlerin edebi nitelikten yoksun kitaplarını,
çok okuduğunu dosta düşmana göstermek isteyenler için bulunmaz fırsat
olmaya başladı, son yıllarda. Bir zamanlar, Sanat Cephesi dergisini
çıkarırken, Olcaytu Ulaş’ın “Tatilde Kitap Okuyacaklar İçin ‘Süper Mega’
Kılavuz” başlıklı, matrak, ironik ve gerçekte hiç olmamış kitap
isimleri ve kapak grafikleriyle dolu “hayali” bir yazısını
yayımlamıştık. Yazıyı okuyan ve bahsi geçen kitaplara ulaşamayanlardan
epey e-mail aldığımızı hatırlıyorum. Kapitalizm, kültürü hegemonyasına
aldığından beri okur sayısını arttırmak için her ülkenin bir “şezlong
okuma kültürü” oluşturması gerekiyormuş meğer…
Yok, eğer gerekmiyorsa, Elif Şafak niye var?
Eskiden, karpuz kabuğu düşmesi beklenirdi denize girmek için.
Şimdilerde Serdar Ortaç’ın albüm, Elif Şafak’ın kitap çıkarması
gerekiyor, bilindiği üzere. Elif Şafak, edebiyatın Serdar Ortaç’ıdır
desem çok mu ağır olur bu durumda? Bence olmaz. Reklamlarda boy gösteren
Mevlâna aşığı Elif Hanım ya da yayınevi, bu tabiri de bir reklam
malzemesi olarak kullanabilir pekâlâ. Bu kadar uzattıktan sonra sadede
gelemeden anlamışsınızdır Şafak’ın yeni çıkan kitabı “Şemspare”den
bahsettiğimi.
Kitabın arka kapağında yazan ve tanıtım bülteninde de geçen şu satırlara bakalım:
"Gönülden yazılmış her roman, her hikâye, her kelime bir şemsparedir...
Güneş parçası…
Kararır gökyüzü bazen;
kasvetli bulutlar kaplar semayı.
Hayatın ritmi durağanlaşır, sohbetler bildikleşir,
içimizde birikir yalnızlık hissi.
Nasıl özleriz güneşi o zaman,
griler içinde aradığımız
bir tutam renk demeti.
Peri tozu gibi, inceden.
Gönülden yazılmış her roman,
her hikâye, her kelime
bir şemsparedir
Güneş parçası
Düşer omuzlarımıza,
kar tanesi gibi usulca,
yağmur gibi yıkar ruhumuzu, arındırır tozdan kirden tekdüzeliklerden..."
Yazar hanımefendinin Şems aşkından henüz bayılmayan, gına gelmeyen ve
bu yazıyı hasbelkader okuyacak olan okurlara söylemek isterim ki, arka
kapaktaki uyanıklığa tav olup da kitabı roman zannetmeyin. Hatta yeni ve
özgün bir eser de değil… Elif Şafak, 2010’dan beri Habertürk
gazetesindeki yazılarını toplamış kitapta, hepsi bu. Ama ne kitabın
sunumunda ne de arka kitapta bunu belirten bir ifade yok. Üstelik
yayınevinin birinci baskı adedi yüz bin, şaka değil. Bu, en basit
tabiriyle, okurları söğüşlemeyi adet haline gelen Yazar-Yayınevi
A.Ş.’nin “tüketicilerini” kazıklamasıdır, benden söylemesi. Tüm yazılara
Habertürk’ün arşivinden ulaşmak varken, bile bile lades diyenlere ise
bir anımsatma daha yapmak isterim: Habertürk, bu yazılar için Elif
Şafak’a telif ödemiştir, kaldı ki bu yazarın en doğal hakkıdır. Aynı
yazar, aynı yazılardan ikinci defa ve yüklü bir meblağ kazanmayı sadık
okuyucularını kullanarak hedeflemektedir ki, bu da -yine- en hafif
tabiriyle hinliktir; pazarlama başarısı için göbek atmaktır. Serdar
Ortaç’ın bir ara pek revaçta olan “binlerce dansöz var” şarkısında Elif
Şafak’ı, Elif Şafak kitaplarındaysa Serdar Ortaç’ı hatırlamak tesadüf
değildir. Serdar Ortaç, müziğin Elif Şafak’ıdır.
Bir önceki kitabının kapağında girdiği erkek kılığı ve
Şems(iye)pare’de yukarı doğru yükselen rengârenk şemsiyeler basit birer
sahne şovudur. O şemsiyeler renkleri itibariyle her mayo ve bikiniyle
uyum sağlayabilir, şezlong okuyucuları için. Yazarın bir sonraki ticari
başarısı, Mevlâna-Şems bağlamında diyet kitapları ya da “annelik”
kitapları olabilir. Malum yaz sıcaklarında kuantum fiziği satacak hali
yok…
Bu yazı, benzer hava muhalefeti sebebiyle bu kadar sulanmadı; yazarın
kendisine borçluyuz. Ancak bile-isteye sulandırmam gerekseydi,
“Şemspare” ismine ve niyetine girmeksizin, bu ismin bana en başından
beri “Şekerpare”yi çağrıştırmasına değinirdim. Hem tatlısına, hem de
Şener Şen ile İlyas Salman’ın başrolde oynadığı aynı isimli filmine. Hem
nalına, hem mıhına… Siz de defalarca seyretmişsinizdir filmi.
“Şekerpare”yi Yaprak Özdemiroğlu, genelev patroniçesini Neriman Köksal,
kız kurusunu ise Ayşen Gruda oynar… “Ay, nomohrem var” repliği ilk akla gelen olsa da, Şener Şen’in filmdeki şu sorusunu da yeniden hatırlamak gerekir: “Neydi o hamur tatlısı karının adı?”
Repliğin devamını merak ediyorsanız, -televizyonlardaki sansürlü
versiyonları dışında- bir kere daha izlemenizi önerebilirim. Elif
Şafak’ın haşlanmış çay tadındaki kitaplarından daha fazla keyif
alacağınızı garanti ediyorum.
Hüseyin Çukur
4 comments:
İnsanların herşeyi kalıplara dökmesini bir yere kadar anlayabiliyorum. Fakat kalıpları çıkarılmaya çalışılan iki temaya itirazım var: inanç ve sanat!
Biri kişinin yürüdüğü yolla ilgilidir. Ve kişi kendine inançsiz/dinsiz dese dahi onu yargılamak ayakları yere basana düşmez. Keza inananı yargılayacak merci (inandığı) yaradandır. İnanmayan için zaten böyle bir yaradan da olmadığı için ortada yargılanacak bir konu yoktur. Olmayan varsayılanın neresini kategorize edeceksin?
İkincisi ise sanattır. Her beğeni kişiye hastır, olayı değil bu o ayrı.
Ya allah deyip pop/arabesk kültüre atlamanın manasını çözemedim. Sen kimsin de sanat değildir diyorsun demek gelir içimden. Sen toplumu yaratıcılıktan uzak insanlar topluluğu halinde eğit. İnsanların lise edebiyat ders kitaplarında Tolstoy'dan bir paragraf okudukları ile dünya edebiyatını kapabileceklerini mi sanıyorsun? Eğer sanmıyorsan onun yaratıcılık anlayışı ile seninkinin aynı olmasını beklemenin manası nedir?
Kişinin zevk alarak okuduğu her satır -bu çizgi roman dahi olsa- bence değerlidir. Önemli olan kişinin okurken neler hissettiği, okunanın ona çağrıştırdığı şeyler değil midir? Bunu hangi cümle ya da kurgu ile yaptığını sorgulamak bana acımasızca geliyor. Deposuna benzin doldurttuğun diesel motordan neden ve hangi performansı bekliyorsun?
Hem bazen bu eleştiriler kulağa çok kendini bilmiş geliyor. Ben biliyorum kardeşim edebiyatı, şiiri, sanatı. Bunların yaptığı ucuz demek kime kalmış?
İnsanları okuyor ve okudukça güzel şeyler düşünüyorlar, kendilerince bir cümlenin ucundan tutuyorlar. Bundan daha güzel ne olabilir ki? O yazarın okur hedefi de sen değilsin ki? O plajda sıcağın alnında yanındaki kıza hava atmaya çalışan yağız delikanlı. Haaa birileri de ciddi ciddi ele almışsa yazarın satırlarını ve beğenmiş, ona güzel çağrışımlar eklediyse bunda kızacak ne var?
Sanatı bu kadar bohemleştirmeye gerek var mı? Sanat sonuçta içindekini ifade etmek için bir araç değil midir? O vakit bireyin içini sorgulamak yerine, onu bu derece sığlaştıran, Dostoyevski'den daha yavan satırlarda kendini bulmasını, hayatı bulmasını sağlayan koşulları eleştirmek daha efektif/mantıklı olmaz mı?
Yok yok o eleştirilerde muhakkak bir kıskançlık yatıyor olmalı. Yoksa neden o kadar okuyucuyu yerin dibine sokan satırlar karalansın?
Biririncisi burada mevzu ne yazarın kitabı ne de yaptığı sanat. Koruma iç güdüsüyle cevap yazdığın çok belli. Eleştiri burada ticari hinliğie; köşe yazıalrından derleğdin kitabı bu açıklama olmadan yazmak tam bir soygun bana göre.Zaten malum yazar popüler olduktan sonra altı ayda bir kitap yazmıştır. Yani eleştiri sanatın şekline değil sanatçıya.
İkincisi de hanım kızımız(cansuyu) sanat için vermiş tanımın gözüne vallahi bravo. Tabi kendi açısından. Hani çuvaldızı batırmış ya alttan alttan "beğenen beğeniyor" gibisine haklı. Bence Elif Şafak'ın bile okunması birşeydir okunsun efendim okunsun. Malum Serdar Ortaç da en satan şarkıcılardan. "Her yerde dansöz var" Ben mesela bu felsefeyi benimsedim.Neyse mevzu neydi işin özeti yazarın kitabı "doğan" görünümlü "şahin" yoksa banane ben gördüğümü söylüyorum. Popülaritesine güvenip roman görünümü verip köşe yazıalrını iteliyor işte.Ayrıca katabın kapağının da fake olduğu söyleniyor.
Buyrun bakın;
http://haber.sol.org.tr/kultur-sanat/elif-safak-hakkinda-intihal-iddiasi-haberi-56467
Okuduklarımdan anladığım eleştirilen sadece kitabın ticarı unsuru değil. Hem okura hem yazara bir giydirme var. Bir Fazıl Say'ın arabesk müziğine giydirmesini bir nebze anlarım, adam klasik müzik yapıyor eleştiri hakkıdır derim. Fakat o da bir yere kadar.
Amaç korumak değil. Ben Elif Şafak'ın sanat için sanat yaptığı vs. sanmıyorum. Kendisinin sanatçı, kitabının sanat, okurunun da hangi amaçla onu okuduğu bizi ilgilendirmez diyorum. Kaldı ki bir kısmına kalsa kitabın reklamının yapılmasına da karşılar. O ayrı bir mevzuu olsa da burada eleştirilen ticaret vurgusu ile ilintisi var.
Ben bu burnu büyük, kendini olayın uzmanı sanma zannından müzdaribim. Her yazarın hitap etmek istediği bir kitle vardır. İstediği kitleyi yakalamış olması ise ancak kıskançlık konusu olabilir ki, aslında amacı A kitlesine hitap etmek olan bir yazar için bu eleştiri de saçmadır.
İnsanları beğenilerine göre kategorize etmek tamamen bizim zaaflarımızdan. Yoksa bir alman seni klasik müzik dinlemiyorsun diye kınamaz. Ama mozart'ı duymamışsan bi ters bakarlar =) o ayrı ;)
Yani okumazsan okuma, istersen üslubu eleştir, dili eleştir, ayrıntıları sun onu eleştir. Fakat yayınladığın yazıda ki gibi genel bir karşı çıkmaya komple karşıyım =))
Paylaşımlarınız için teşekkür eder marka tescil sayfamıza bekleriz.
Post a Comment